6 Şubat 2013 Çarşamba

ERZURUM KONGRESİ (23 TEMMUZ-7 AĞUSTOS 1919)


Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti ile Vilayat-ı Şarkiyye-i Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin şubeleri arasında kurulan temasların neticesi ve Kazım Karabekir’in teşvikleriyle 10 Temmuz 1919’da açılması
planlanan Erzurum Kongresi, delegelerin gecikmesinden ve olağanüstü koşullardan dolayı II. Meşrutiyet’in ilan edildiği tarih olan 23 Temmuz 1919 tarihinde toplanabildi. Kongreye Trabzon ve Altı Doğu Vilayeti; Erzurum, Van, Diyarbakır, Bitlis, Mamüratül-aziz (Elazığ) ve Sivas ve Trabzon delegeleri katılacaktı. Ancak, Diyarbakır ve Elazığ delegeleri, Damat Ferit Hükümeti’ne bağlı valilerinin engelleri sebebiyle kongreye katılamadılar. Ne yazık ki; kongreye katılan delegelerin sayısı tam olarak tespit edilememektedir. Farklı kaynaklar kongreye 45 ila 56 delegenin katıldığını ileri sürmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın da kongreye katılan
38 ila 48 delegenin oyunu alarak başkan olduğu iddia edilmektedir. Kongrenin toplantı halinde olduğu 30 Temmuz 1919 tarihinde Harbiye Nazırı Nazım Paşa, XV. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya bir telgraf çekerek Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in tutuklanmasını emretti. Kazım Karabekir Paşa ise onların tutuklanmasını gerektirecek bir durum olmadığını ve tutuklanmaları halinde halk ve ordudan tepkiler yükselebileceğini bildirdi.

Erzurum Kongresi’nde şu kararlar alındı;

“1.Trabzon Vilayeti ve Canik (Samsun) Sancağı ile Doğu Vilayetleri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Elaziz, Van, Bitlis Vilayetleri ve bu çevrenin içindeki bağımsız livalar, hiçbir sebep ve bahane ile birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılmak imkanı tasarlanamayan bir bütündür. Bu bölgeler halkı, kıvanç ve tasada tam bir beraberliği kabul eder ve mukadderatı hakkında aynı ülküyü amaç olarak alır. Bu çevrede yaşayan



 bütün İslam toplumları, yürekleri birbirine karşı fedakarlık duygularıyla dolu, muhit ve soy özelliklerine saygılı, öz kardeştirler.


2. Osmanlı yurdunun bütünlüğü, milli bağımsızlığımızın sağlanması, Saltanat ve Hilafet Makamlarının dokunulmazlığı için, ulusal güçleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak, temel ilkedir.


3. Her türlü işgal ve müdahale Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine yönelmiş sayılacağından, hep birlikte direnip savunma ilkesi kabul edilmiştir. Hıristiyanlara, siyasal egemenliği ve toplum düzenini bozacak biçimde yeni imtiyazlar verilmesi kabul edilemez.

4. Merkezi Hükûmetin, yabancı devletlerin baskısı karşısında, buraları terk ve ihmal etmek zorunluluğunda kalması ihtimaline göre, Saltanat ve Hilafet makamlarına bağımlılığımızı, milli varlık ve haklarımızı güvenlik altında bulunduracak bütün karar ve tedbirler alınmıştır.

5.Yurdumuzda öteden beri birlikte yaşadığımız İslam olmayan toplulukların, Osmanlı Devleti’nin kanunlarıyla teyid edilen kazanılmış haklarına, tamamen saygılıyız. Bunların mal, can ve ırzlarının dokunulmazlığı, zaten dinimizin ve milli geleneklerimizin, ayrıca kanunlarımızın esaslarından olmakla beraber, Kongremizin genel inancı ile de pekleştirilmiştir.

6. İtilaf Devletleri’nce Mütarekenin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi, Doğu Anadolu Vilayetlerinde de ezici çoğunluğu teşkil ettiği, ekonomik ve kültürel üstünlüğünde Müslümanlara ait bulunan ve birbirinden ayrılması imkansız olan din ve soydaşlarımıza mesken ülkemizin bölüşülmesi
görüşünden, tamamiyle vazgeçilerek; varlığımıza, tarihi, ırki, ve dini haklarımıza saygı gösterilmesi ve bunlara aykırı girişimlere asla değer verilmemesi; ve bu suretle, tamamiyle hak ve adalete dayanan bir karar alınması beklenir.

7. Milletimiz, insanı ve medeni ilkeleri üstün tutar. Ekonomik, teknik ve endüstriyel durum ve ihtiyaçlarımızı da takdir eder. Bu nedenle, devlet ve milletimizin içte ve dışta bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğü korunmak şartıyla; 6. Madde de açıklanan sınırlar içinde, milliyet esaslarına saygılı ve ülkemize karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir


devletin ekonomik, teknik ve endüstriyel yardımını memnunlukla karşılarız. Bunlar gibi adil ve insanı şartları taşıyan bir barışın
da gecikmeksizin oluşması, insanlığın selameti ve dünyanın sükûnu namına, en başta gelen ülkümüzdür.

8. Madde- Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin ettiği bu tarihi çağda, Merkezi Hükûmetimizin de, milletin iradesine uyması zorunludur. Çünkü, milli iradeye dayanmayan herhangi bir hükûmetin kendiliğinden alacağı kararlara, milletçe itaat edilmeyeceği gibi; bu kararların, dışta da geçerli olmadığı ve olamayacağı, şimdiye kadar bu yoldaki
davranışların olumsuz sonuçlarıyla ispatlanmıştır. Bu nedenlerle, milletimizin, içinde bunaldığı sıkıntı ve tasalardan kurtulmak çarelerine kendiliğinden başvurmasına lüzum kalmadan, Merkezi Hükûmetimizin, Millet Meclisi’ni vakit kaybetmeksizin hemen toplaması ve böylece yurt ve milletin kaderi hakkında alacağı bütün kararları, Millet Meclisi’nin
onayına ve denetimine sunması zorunludur.

9. Madde-Yurdumuzun yüz yüze geldiği elem verici olaylar karşısında milli vicdandan kopup yükselen ayni ülkü ve dileklerle kurulmuş olan cemiyetlerin birleşip kenetlenmesinden oluşan büyük kitle, bu kez “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” namıyla adlandırılmıştır. İşbu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından tamamen uzaktır. Bütün
İslam kardeşlerimiz, Cemiyetin tabii üyesidir.

10. Madde-Kongre tarafından seçilen bir “Hey’et-i Temsiliye”nin kuruluşu kabul edilir ve köylerden başlayarak; vilayet merkezlerine kadar yayılan milli teşkilat birleştirilip, pekleştirilmiştir.”

Erzurum Kongresi, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte mevcut sınırları, milli sınırlar olarak kabul ediyor; hiçbir sebep ve bahane ile vatanın bölünemeyeceğini vurgulayarak bu ülke insanlarının birbirinden
ayrılamaz öz kardeş olduğunun altını çiziyordu. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı Osmanlı Hükûmeti’nin vazifesini yapamaz duruma gelmesi halinde milletin topyekün kendini savunacağı ve direneceği deklare ediliyordu. İstanbul Hükûmeti’nin vatanı korumayı ve istiklali temin etmeyi başaramaması halinde, bu gayeyi gerçekleştirmek için Milli Kongre’nin -kongre toplanmamışsa Heyet-i Temsiliye’nin- seçeceği geçici bir hükûmet kurulacağı da ayrıca belirtiliyordu. Kuva-yı Milliye tek kuvvet olarak tanınıyor ve milli iradeyi hakim kılmanın temel prensip olduğu açıklanıyor, Hıristiyan azınlıklara siyasi hakimiyeti ve sosyal dengeyi bozacak imtiyazlar verilemeyeceği, manda ve himayenin


kabul edilemeyeceği de ilan ediliyordu. Bunlar dışında hükûmet işlerinin meclis tarafından denetlenebilmesi amacıyla Milli Meclis derhal toplantıya davet ediliyordu. Erzurum Kongresi’nde alınan kararların uygulanabilmesi için Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında
Hüseyin Rauf Bey, İzzet Bey, Servet Bey, Raif Hoca Efendi, Sadullah Efendi, Bekir Sami Bey, Ahmet Fevzi Efendi, Hacı Mustafa Beylerden oluşan toplam 9 kişilik Heyet-i Temsiliye oluşturuldu. Şarki Anadolu
Muhafaza-i Hukuk-u Cemiyeti Nizamnamesi’ne göre Kazım Karabekir Paşa gizli 10. üye olarak seçildi.

Erzurum Kongresi’nden itibaren Heyet-i Temsiliye Reisi olarak Milli Mücadele’nin lideri ve sözcüsü konumuna gelen Mustafa Kemal Paşa, ülke ve milletin yok olması tehlikesi karşısında, Kuva-yı Milliye’nin istediği
şeyin, “hakkından mahrum yaşatılan, mevcudiyeti ehemmiyete alınmayan milletin hayata, refaha müstahak bir kuvvet olduğunu hükûmet ve hükûmetlere anlatmak” olduğunu ifade ediyordu. Mustafa Kemal
Paşa, yaşamaya müstahak bir kuvvet olunduğunun anlatılmasının, savaş meydanlarındaki başarıdan daha önemli olduğunu belirtiyordu. Öldürülen bir adamın son nefesine kadar mertlikle, cesaretle kendini müdafaa
etmesinin tabii olduğunu kaydeden Mustafa Kemal Paşa, tehlikenin boğaza dayandığında mücadelenin kendiliğinden ortaya çıkacağını, İzmir›in işgalinin de böyle olduğunu, canına kastedilen milletin her şeyi
göze alacağını, milli teşkilatın makul ve meşru haklarını âleme dinletebileceğini, bütün bir milleti toplu bir şekilde istila etmenin kolay gerçekleşemeyeceğini savunuyordu.

AMASYA TAMİMİ (22 HAZİRAN 1919)


Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’dan Amasya’ya doğru giderken Damat Ferit Paşa, Paris Konferansı nezdinde siyasi temaslarda bulunarak 17 Haziran 1919 tarihinde Osmanlı taleplerini dile getiriyordu. Wilson
Prensiplerini esas alan Ferid Paşa şu taleplerde bulunmuştu;

1-      Savaştan önceki Osmanlılara ait olan toprakların statüsünün muhafazası,

2-      Ege Adalarının Yunanistan ve Oniki Ada’nın, İtalya tarafından Osmanlı Devleti’ne bırakılması


3-      Balkan Harpleri sonunda, Bulgar ve Yunanlılara geçmiş olan Batı Trakya’nın, Osmanlı Devleti’ne geri verilmesi,
     
4-      Doğu Anadolu’da, bir Ermenistan’ın kurulması müzakerelerine başlanabileceği,


5-      Osmanlılara bağlı kalmak şartıyla, Araplara muhtariyet verilebileceği.


Bu talepleri ile Ferid Paşa gülünç bir duruma düşmüştü. Osmanlı Devleti’nin konferansa davet edilmesinde önemli bir rol oynayan Clemenceau’nun, Ferid Paşa’ya hitaben, “Okuduğunuz kağıdı bize bırakınız. Siz aşağıdaki büfeye gidip istirahat ediniz” şeklindeki sözleriyle hakaret edercesine müdahale ettiği ileri sürülmüştür. Ferid Paşa’nın konuşmasından sonra ABD Başkanı Wilson’un, “ömrümde bundan daha aptalca şey duymadım”, İngiliz Başbakanı Llyod George’un, tepki olarak “iyi espri” şeklinde alay ettiği ve bu sözleri de “Türklerin siyasi kabiliyetsizliğinin en iyi kanıtı” şeklinde değerlendirdiği iddia edilmişti. Bu tepkiler “siyaseten müdafaa” ile ülkenin kurtarılamayacağını gösteriyordu.

Dış politikada bu gelişmeler yaşanırken geçtiği Amasya’da temaslarını sürdüren Mustafa Kemal Paşa’nın, Posta Telgraf Umum Müdürü’nün, Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetleri tarafından gönderilmek istenen telgrafların katiyen kabul edilmemesine dair


talimatına tepkisi son derece sert oldu. 20 Haziran 1919 tarihinde vilayetlere bir telgraf çeken Mustafa Kemal Paşa milletin sesini boğmaya yönelik bu kararın uygulanmamasını emretti. Bu, Mustafa Kemal Paşa ile merkez arasındaki ilişkilerin gerilmeye başladığının ilk göstergesiydi.


Öte yandan 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, İttihadçıların ileri gelenlerinden Hüseyin Rauf Bey, 3.Kolordu Komutanı Albay Refet Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın yanında bulunan Kurmay Subaylardan Albay Kazım (Dirik)Bey ve Hüsrev (Gerede)Bey ile yaver Muzaffer (Kılıç) Bey’in imzalarının bulunduğu, Amasya Tamimi, telgraf aracılığıyla II. Ordu Müfettişi Cemal (Mersinli) Paşa ve 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın fikirleri alındıktan sonra nihai şekline kavuşturuldu. Amasya Tamimi 22 Haziran 1919 tarihinde sivil ve askeri makamlara gizli kalmak şartıyla şifre ile tebliğ edildi. Amasya tamimi şu şekildeydi;


1-      Vatanın tamamiyeti, milletin istiklali tehlikededir.

2-      Hükûmet merkezi, İtilaf Devletlerinin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan; sahip olduğu sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi adı var kendi yok durumuna düşürüyor.


3-      Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

4-      Milletin durumunu ve davranışını göz önünde bulundurarak haklarını dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak bir milli heyetin varlığı gerekmektedir.


5-      Bunun için her taraftan vukuu bulan teklif ve milli istek üzerine Anadolu’nun en güvenilir yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin süratle toplanması kararlaştırılmıştır.

6-      Bunun için, bütün vilayetlerin her livasından parti ayrılıkları dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin güvenini kazanmış üçer kişinin olabildiğince çabuk yetiştirmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı bunun milli bir sır halinde


tutularak ve delegelerin gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmeleri gerekmektedir.

7- Doğu vilayetleri namına 10 Temmuz’da Erzurum’da toplanması gereken kongre için sözü geçen vilayetlerin Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nden seçilmiş üyeler zaten Erzurum’a doğru yola çıkarılmışlardır. O vakte kadar diğer vilayetlerimizin temsilcileri de Sivas’a geleceklerinden Erzurum Kongresi’nin üyeleri belirlenecek
zamanda umumi toplantıya katılmak üzere Sivas’a hareket edecektir.

Tamimde yer almayan ancak Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Hüseyin Rauf Bey, Albay Refet Bey ve Kazım Karabekir Paşa’nın üzerinde mutabakata vardığı gizli bir madde daha olduğu da dillendirilmektedir. Buna göre adı geçen komutanlar, beklenmedik bir vaziyetin ortaya çıkması halinde Sivas Kongresi’ni milli meclise dönüştüreceklerdi.

Bu arada Osmanlı Hükümeti’nin Paris Konferansı’ndan taleplerine karşı İtilaf Devletleri 28 Haziran 1919’da cevap verdiler. Bu cevapta Osmanlı taleplerinin başka ülkeleri de ilgilendirdiği ve acele bir karar vermenin
mümkün olmadığı dolayısıyla Paris’te kalmasının bir fayda sağlamayacağı Osmanlı heyetine bildirildi. Osmanlı delegeleri de Paris’i terk ettiler.

Bu cevap “Siyaseten müdafaa” fikrinin başarıya ulaşamayacağını göstermişti. Buna rağmen Damat Ferit Paşa Hükümeti bir süre daha bu fikri savunacaktı.

Havza Bildirisi


Kuva-yı Milliyecilere göre; İzmir›in «haydutçasına» işgali, millete karşı büyük bir suikastı ortaya koymuş ve Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları, «istiklal-i milliye vurulmak istenen darbeye karşı esbab-ı mukavemet ve müdafaaya” karar vermişlerdi. Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Havza’da bulunduğu sırada Mustafa Kemal Paşa, 28 Mayıs 1919 tarihinde Havza’da, komutan, vali ve kaymakamlara gönderdiği telgrafta, azınlıklara zarar verilmeden düzenli ve planlı ve heyecanlı mitingler yapılmasını ve işgallerin protesto edilmesini talep etti. 29 Mayıs 1919 tarihinde de 15.Kolordu Kumandanlığı’na takip edilecek müdafaa hareketi ile ilgili bir tebliğ gönderen Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletleri’nin “İstiklal-i millimizi ve devletimizi idama mahkûm etmekte oldukları”nın tahakkuk etmekte olduğunu belirterek, İtilaf Devletleri’nin istila hareketi karşısında neler yapılabileceğini açıklamıştı. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un esir muamelesi gördüğünü, milleti esaretten kurtarmak için bir gizli teşkilat kurulmasını, ihtisasları icabı bu işin askerlerle, itimada şayan mülkiye memurları tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini bildiriyordu. Mustafa Kemal Paşa, Karadeniz sahillerine Yunan askerlerinin çıkması ve bölgedeki Rumların isyan ederek bir cumhuriyet kurma teşebbüslerine karşı şiddetle takibat yapılacağını, ancak İtilaf Devletleri’nin sahile çıkması karşısında protesto mitingleri yapılacağını, fakat itilaf devletleri kuvvetlerinin memleket dâhiline ilerlemesi halinde asker-halk topyekûn fiilen silahla müdafaa başlayacağını gizli olarak üçüncü, on beşinci, yirminci Kolordu Kumandanlıklarına yazmıştı.

5 Şubat 2013 Salı

Ermeni Örgütleri


İlk olarak yabancı devletlerin tamamının Ermenilerin lehinde yaptıkları müdahale ve isteklerin, fazla kuvvetli ve istekli olmadığını vurgulamak gerekir. Bunun da sebebi, Osmanlı Devleti’nde göze batacak ve Avrupa
kamuoyunu harekete geçirecek derecede bir Ermeni olayının bulunmaması idi. Bu tür olayları çıkarmak da Ermenilere düşüyordu. Bunun için ise her şeyden önce teşkilat lazımdı.

Osmanlı sınırları içindeki Ermeni cemiyetlerinin ilki 1860’ta İstanbul’da “Hayırsever Cemiyeti (Benevolent Union)” adıyla kuruldu. Amacı Kilikya’yı yükseltmekti. 1870 ile 1880 arasında Van’da “Araratlı”, Muş’ta
“Okulsevenler” ve “Doğu”, Erzurum’da “Milliyetçi Kadınlar” isimli dernekler ortaya çıktı. Araratlı, Okulsevenler ve Doğu Cemiyetleri daha sonra birleşerek “Ermenilerin Birleşik Cemiyeti”ni kurdular. Bunlar görünüşte hep sosyal mahiyette cemiyetlerdi.

Bunların yanında ihtilalci cemiyetler de kuruluyordu. 1878’de Van’da “Kara Haç Cemiyeti” kuruldu. Bu Amerika’daki ‘Ku Klux Klan’ benzeri bir kuruluştu. Amacı Ermenileri silahlı saldırılardan korumak için (!)
onları silahlandırmaktı. 1881’de Erzurum’da “Anavatan Müdafileri (Pashtpan Haireniats) Cemiyeti” kuruldu. Bunun gayesi de Ermenileri saldırılardan korumak için silahlandırmaktı. 1882 yılında kapatıldı.

İhtilalci siyasi parti olarak ilk ortaya çıkan kuruluş ise “Armenakan Partisi”dir. Partinin kuruluş gayesi, ihtilal çıkararak Ermenilerin kendi kendilerini yönetme hakkı kazanmalarını sağlamaktı. Parti programının
özeti şöyledir: “Partinin kuruluş sebebi, ihtilal yolu ile Ermenilerin kendi kendilerini idare hakkını elde etmektir. Partiye sadece Ermeniler girebilir. Parti gayesine varmak için; aynı ideale inanan bütün milliyetperver

Ermenileri bir araya getirmek, ihtilalci fikirleri yaymak, üyelere silah kullanmayı, askerî disiplini öğretmek, silah ve para temin etmek, gerilla kuvvetleri oluşturmak, halkı genel bir harekete hazırlamak gibi yollara
başvuracaktır. Parti aktif ve yedek azalardan oluşacak, yedek azalar sadece malî destek sağlayacaklardır. Bir merkez teşkilatı olacak, bölgede de bölge komiteleri oluşturulacaktır. Merkez Teşkilatı, bölge komiteleri temsilcilerinden oluşacaktır. Ayrıca diğer ihtilalci gruplarla işbirliği için özel komite kurulacaktır.”

Kürdistan Teali Cemiyeti


1919 yılı Mayıs ayı içerisinde Seyyid Abdülkadir’in teşebbüsleriyle İstanbul’da kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti, doğu vilayetlerinde teşkilatlanmaya çalıştı. Bedirhan oğullarından adliye eski müfettişi Emin Ali, emekli albay M. Ali, polis eski müdürü Halil, Fuat ve Hamdi Paşalar, Bahazade Şükrü, Mehmet Şükrü, Mevlanazade Rıfat gibi üst düzeylerde görev almış kişilerin yer aldığı cemiyetin “Kürdistan ve Jin” adlı gazete
ve dergisi mevcuttu. Cemiyet “Kürdistan”a Kürt kökenli mülki ve askeri yöneticiler atanmasını sağlamaya, Süleymaniye’de Şeyh Mahmut tarafından kurulan Kürt hükûmeti ile temasa geçmeye ve bu konularda İngilizlerden destek almaya çalışıyordu. Başlangıçta şark vilayetlerinde özerk bir yapı kurmak istediğini beyan eden cemiyet, kısa bir süre içerisinde ayrılıkçı hareketlerin merkezi haline gelmiştir. Bu politikasından dolayı cemiyet doğu vilayetlerinde örgütlenemedi.

Wilson Prensipleri Cemiyeti


Wilson Prensipleri Cemiyeti, 4 Aralık 1918 tarihinde İstanbul’da aralarında Halide Edip (Adıvar), Ahmet Emin (Yalman), Refik Halid (Karay), Yunus (Nadi) Bey gibi dönemin ünlü gazeteci, yazar, profesör, doktor ve avukatlarının bulunduğu aydınlar tarafından Amerika’dan desek sağlamak amacıyla kuruldu. Amerikan mandası taraftarları, “O ana kadar Türklere bir zararı dokunmayan Amerika’nın himayesi altındaki yerleri refaha kavuşturduğunu” ileri sürüyorlardı. Ayrıca cemiyet üyeleri, uzak olduğundan Amerika’nın Türkiye üzerinde çok fazla baskı kurmayacağını ve etkili olamayacağını düşünüyorlardı. Cemiyet, Amerikan Başkanı Wilson’dan, geçici bir süreliğine de olsa manda ve himaye talep etmekte hiçbir sakınca görmedi. Amerikan Mandası, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde müzakere edildikten sonra kesin olarak reddedildi.

İngiliz Muhipleri Cemiyeti


İngiliz Muhipleri Cemiyeti, İngilizlerin desteğiyle Sait Molla tarafından 20 Mayıs 1919 tarihinde kuruldu. Batıcılık fikrinin yılmaz savunucularından Abdullah Cevdet de cemiyetin kuruluşunda etkili oldu. Osmanlı
hukukuna göre böyle bir cemiyetin kurulması uygun olmadığı halde Sait Molla’nın da üyesi olduğu Şura-yı Devlet, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kuruluşuna onay verdi. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin resmi kurucusu
Sait Molla olmakla birlikte cemiyetin faaliyetlerini İngiliz istihbaratından Papaz Frew yürütüyordu.

Cemiyet kurucuları, Milli Mücadele’nin bir çete hareketi olduğunu ileri sürerek bu hareketin memleketi kurtaramayacağını ve kurtuluş için İngiliz himayesinin şart olduğunu ileri sürüyorlardı. Cemiyet üyelerinin
bir kısmı ise İngiltere’nin dostluğunun sağlanması ile elde edilecek İngiliz desteği sayesinde, memleketin kurtarılabileceği sanıyordu.

Basım yayın yoluyla İngiliz propagandası yapan cemiyet, memlekette Milli Mücadele aleyhinde bir hava oluşturmaya çalıştı. Sait Molla’nın önce Yeni İstanbul, daha sonra da Türkçe İstanbul adıyla çıkardığı ve başyazarlığını kendisinin yaptığı gazete cemiyetin yayın organı haline geldi. Milli Mücadele aleyhinde yayın yapan Peyam-ı Sabah gazetesi de cemiyete yardımcı oluyordu. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın desteğiyle teşkilatlanmaya çalışan cemiyet, Müslüman halkın hassasiyetlerini çok iyi biliyor İslami değerleri propaganda malzemesi haline getirmeyi hedefliyordu.

İttihatçıları içinde bulundurmakla suçlanan İzzet Paşa Hükûmeti’nin istifasından bir gün sonra, İstanbul’da İngilizlerin işbirlikçisi olarak bilinen Yeni İstanbul gazetesinin ilk sayısı yayınlandı. İngiliz Muhipleri
Cemiyeti’nin kurucusu Said Molla da bu gazetede başyazarlık yapmaktaydı. İngiliz dostluğu ile meselelerin halledilebileceğini savunan ve Kuva-yı Milliye’ye şiddetle karşı çıkan Ali Kemal, İngilizlerin en azimli millet olduğunu, Osmanlı Devleti’nin iki siyasi ilkesi olacağını, bunların içeride milliyetlerin birliği, dış politikada ise, İngiliz dostluğu olduğunu açıklıyor ve İngilizlerle bozuşmamak gerektiğini savunuyordu.