Trabzon
Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti ile Vilayat-ı Şarkiyye-i Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti’nin şubeleri arasında kurulan temasların neticesi ve Kazım
Karabekir’in teşvikleriyle 10 Temmuz 1919’da açılması
planlanan
Erzurum Kongresi, delegelerin gecikmesinden ve olağanüstü koşullardan dolayı
II. Meşrutiyet’in ilan edildiği tarih olan 23 Temmuz 1919 tarihinde
toplanabildi. Kongreye Trabzon ve Altı Doğu Vilayeti; Erzurum, Van, Diyarbakır,
Bitlis, Mamüratül-aziz (Elazığ) ve Sivas ve Trabzon delegeleri katılacaktı.
Ancak, Diyarbakır ve Elazığ delegeleri, Damat Ferit Hükümeti’ne bağlı
valilerinin engelleri sebebiyle kongreye katılamadılar. Ne yazık ki; kongreye
katılan delegelerin sayısı tam olarak tespit edilememektedir. Farklı kaynaklar
kongreye 45 ila 56 delegenin katıldığını ileri sürmektedir. Mustafa Kemal
Paşa’nın da kongreye katılan
38
ila 48 delegenin oyunu alarak başkan olduğu iddia edilmektedir. Kongrenin
toplantı halinde olduğu 30 Temmuz 1919 tarihinde Harbiye Nazırı Nazım Paşa, XV.
Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya bir telgraf çekerek Mustafa Kemal
Paşa ve Rauf Bey’in tutuklanmasını emretti. Kazım Karabekir Paşa ise onların
tutuklanmasını gerektirecek bir durum olmadığını ve tutuklanmaları halinde halk
ve ordudan tepkiler yükselebileceğini bildirdi.
Erzurum Kongresi’nde şu kararlar
alındı;
“1.Trabzon Vilayeti ve Canik (Samsun) Sancağı ile Doğu
Vilayetleri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Elaziz, Van, Bitlis Vilayetleri
ve bu çevrenin içindeki bağımsız livalar, hiçbir sebep ve bahane ile
birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılmak imkanı tasarlanamayan bir bütündür.
Bu bölgeler halkı, kıvanç ve tasada tam bir beraberliği kabul eder ve
mukadderatı hakkında aynı ülküyü amaç olarak alır. Bu çevrede yaşayan
bütün İslam
toplumları, yürekleri birbirine karşı fedakarlık duygularıyla dolu, muhit ve
soy özelliklerine saygılı, öz kardeştirler.
2. Osmanlı yurdunun bütünlüğü, milli bağımsızlığımızın
sağlanması, Saltanat ve Hilafet Makamlarının dokunulmazlığı için, ulusal
güçleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak, temel ilkedir.
3. Her türlü işgal ve müdahale Rumluk ve Ermenilik
teşkili gayesine yönelmiş sayılacağından, hep birlikte direnip savunma ilkesi
kabul edilmiştir. Hıristiyanlara, siyasal egemenliği ve toplum düzenini bozacak
biçimde yeni imtiyazlar verilmesi kabul edilemez.
4. Merkezi Hükûmetin, yabancı devletlerin baskısı
karşısında, buraları terk ve ihmal etmek zorunluluğunda kalması ihtimaline
göre, Saltanat ve Hilafet makamlarına bağımlılığımızı, milli varlık ve
haklarımızı güvenlik altında bulunduracak bütün karar ve tedbirler alınmıştır.
5.Yurdumuzda öteden beri birlikte yaşadığımız İslam
olmayan toplulukların, Osmanlı Devleti’nin kanunlarıyla teyid edilen kazanılmış
haklarına, tamamen saygılıyız. Bunların mal, can ve ırzlarının dokunulmazlığı,
zaten dinimizin ve milli geleneklerimizin, ayrıca kanunlarımızın esaslarından
olmakla beraber, Kongremizin genel inancı ile de pekleştirilmiştir.
6. İtilaf Devletleri’nce Mütarekenin imzalandığı 30
Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi,
Doğu Anadolu Vilayetlerinde de ezici çoğunluğu teşkil ettiği, ekonomik ve
kültürel üstünlüğünde Müslümanlara ait bulunan ve birbirinden ayrılması
imkansız olan din ve soydaşlarımıza mesken ülkemizin bölüşülmesi
görüşünden, tamamiyle vazgeçilerek; varlığımıza,
tarihi, ırki, ve dini haklarımıza saygı gösterilmesi ve bunlara
aykırı girişimlere asla değer verilmemesi; ve bu suretle, tamamiyle hak ve
adalete dayanan bir karar alınması beklenir.
7. Milletimiz, insanı ve medeni ilkeleri üstün tutar.
Ekonomik, teknik ve endüstriyel durum ve ihtiyaçlarımızı da takdir eder. Bu
nedenle, devlet ve milletimizin içte ve dışta bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğü
korunmak şartıyla; 6. Madde de açıklanan sınırlar içinde, milliyet esaslarına
saygılı ve ülkemize karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir
devletin ekonomik, teknik ve endüstriyel yardımını
memnunlukla karşılarız. Bunlar gibi adil ve insanı şartları taşıyan bir barışın
da gecikmeksizin oluşması, insanlığın selameti ve
dünyanın sükûnu namına, en başta gelen ülkümüzdür.
8. Madde- Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin
tayin ettiği bu tarihi çağda, Merkezi Hükûmetimizin de, milletin iradesine uyması
zorunludur. Çünkü, milli iradeye dayanmayan herhangi bir hükûmetin
kendiliğinden alacağı kararlara, milletçe itaat edilmeyeceği gibi; bu
kararların, dışta da geçerli olmadığı ve olamayacağı, şimdiye kadar bu yoldaki
davranışların olumsuz sonuçlarıyla ispatlanmıştır. Bu
nedenlerle, milletimizin, içinde bunaldığı sıkıntı ve tasalardan kurtulmak
çarelerine kendiliğinden başvurmasına lüzum kalmadan, Merkezi Hükûmetimizin,
Millet Meclisi’ni vakit kaybetmeksizin hemen toplaması ve böylece yurt ve
milletin kaderi hakkında alacağı bütün kararları, Millet Meclisi’nin
onayına ve denetimine sunması zorunludur.
9. Madde-Yurdumuzun yüz yüze geldiği elem verici
olaylar karşısında milli vicdandan kopup yükselen ayni ülkü ve dileklerle
kurulmuş olan cemiyetlerin birleşip kenetlenmesinden oluşan büyük kitle, bu kez
“Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” namıyla adlandırılmıştır. İşbu cemiyet
her türlü fırkacılık cereyanlarından tamamen uzaktır. Bütün
İslam kardeşlerimiz, Cemiyetin tabii üyesidir.
10. Madde-Kongre tarafından seçilen bir “Hey’et-i
Temsiliye”nin kuruluşu kabul edilir ve köylerden başlayarak; vilayet
merkezlerine kadar yayılan milli teşkilat birleştirilip, pekleştirilmiştir.”
Erzurum
Kongresi, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte mevcut sınırları, milli
sınırlar olarak kabul ediyor; hiçbir sebep ve bahane ile vatanın
bölünemeyeceğini vurgulayarak bu ülke insanlarının birbirinden
ayrılamaz
öz kardeş olduğunun altını çiziyordu. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine
karşı Osmanlı Hükûmeti’nin vazifesini yapamaz duruma gelmesi halinde milletin
topyekün kendini savunacağı ve direneceği deklare ediliyordu. İstanbul
Hükûmeti’nin vatanı korumayı ve istiklali temin etmeyi başaramaması halinde, bu
gayeyi gerçekleştirmek için Milli Kongre’nin -kongre toplanmamışsa Heyet-i
Temsiliye’nin- seçeceği geçici bir hükûmet kurulacağı da ayrıca belirtiliyordu.
Kuva-yı Milliye tek kuvvet olarak tanınıyor ve milli iradeyi hakim kılmanın
temel prensip olduğu açıklanıyor, Hıristiyan azınlıklara siyasi hakimiyeti ve
sosyal dengeyi bozacak imtiyazlar verilemeyeceği, manda ve himayenin
kabul
edilemeyeceği de ilan ediliyordu. Bunlar dışında hükûmet işlerinin meclis
tarafından denetlenebilmesi amacıyla Milli Meclis derhal toplantıya davet
ediliyordu. Erzurum Kongresi’nde alınan kararların uygulanabilmesi için Mustafa
Kemal Paşa’nın başkanlığında
Hüseyin
Rauf Bey, İzzet Bey, Servet Bey, Raif Hoca Efendi, Sadullah Efendi, Bekir Sami
Bey, Ahmet Fevzi Efendi, Hacı Mustafa Beylerden oluşan toplam 9 kişilik Heyet-i
Temsiliye oluşturuldu. Şarki Anadolu
Muhafaza-i
Hukuk-u Cemiyeti Nizamnamesi’ne göre Kazım Karabekir Paşa gizli 10. üye olarak
seçildi.
Erzurum
Kongresi’nden itibaren Heyet-i Temsiliye Reisi olarak Milli Mücadele’nin lideri
ve sözcüsü konumuna gelen Mustafa Kemal Paşa, ülke ve milletin yok olması
tehlikesi karşısında, Kuva-yı Milliye’nin istediği
şeyin,
“hakkından mahrum yaşatılan, mevcudiyeti ehemmiyete alınmayan milletin hayata,
refaha müstahak bir kuvvet olduğunu hükûmet ve hükûmetlere anlatmak” olduğunu
ifade ediyordu. Mustafa Kemal
Paşa,
yaşamaya müstahak bir kuvvet olunduğunun anlatılmasının, savaş meydanlarındaki
başarıdan daha önemli olduğunu belirtiyordu. Öldürülen bir adamın son nefesine
kadar mertlikle, cesaretle kendini müdafaa
etmesinin
tabii olduğunu kaydeden Mustafa Kemal Paşa, tehlikenin boğaza dayandığında
mücadelenin kendiliğinden ortaya çıkacağını, İzmir›in işgalinin de böyle
olduğunu, canına kastedilen milletin her şeyi
göze
alacağını, milli teşkilatın makul ve meşru haklarını âleme dinletebileceğini,
bütün bir milleti toplu bir şekilde istila etmenin kolay gerçekleşemeyeceğini
savunuyordu.