6 Şubat 2013 Çarşamba

ERZURUM KONGRESİ (23 TEMMUZ-7 AĞUSTOS 1919)


Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti ile Vilayat-ı Şarkiyye-i Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin şubeleri arasında kurulan temasların neticesi ve Kazım Karabekir’in teşvikleriyle 10 Temmuz 1919’da açılması
planlanan Erzurum Kongresi, delegelerin gecikmesinden ve olağanüstü koşullardan dolayı II. Meşrutiyet’in ilan edildiği tarih olan 23 Temmuz 1919 tarihinde toplanabildi. Kongreye Trabzon ve Altı Doğu Vilayeti; Erzurum, Van, Diyarbakır, Bitlis, Mamüratül-aziz (Elazığ) ve Sivas ve Trabzon delegeleri katılacaktı. Ancak, Diyarbakır ve Elazığ delegeleri, Damat Ferit Hükümeti’ne bağlı valilerinin engelleri sebebiyle kongreye katılamadılar. Ne yazık ki; kongreye katılan delegelerin sayısı tam olarak tespit edilememektedir. Farklı kaynaklar kongreye 45 ila 56 delegenin katıldığını ileri sürmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın da kongreye katılan
38 ila 48 delegenin oyunu alarak başkan olduğu iddia edilmektedir. Kongrenin toplantı halinde olduğu 30 Temmuz 1919 tarihinde Harbiye Nazırı Nazım Paşa, XV. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya bir telgraf çekerek Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in tutuklanmasını emretti. Kazım Karabekir Paşa ise onların tutuklanmasını gerektirecek bir durum olmadığını ve tutuklanmaları halinde halk ve ordudan tepkiler yükselebileceğini bildirdi.

Erzurum Kongresi’nde şu kararlar alındı;

“1.Trabzon Vilayeti ve Canik (Samsun) Sancağı ile Doğu Vilayetleri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Elaziz, Van, Bitlis Vilayetleri ve bu çevrenin içindeki bağımsız livalar, hiçbir sebep ve bahane ile birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılmak imkanı tasarlanamayan bir bütündür. Bu bölgeler halkı, kıvanç ve tasada tam bir beraberliği kabul eder ve mukadderatı hakkında aynı ülküyü amaç olarak alır. Bu çevrede yaşayan



 bütün İslam toplumları, yürekleri birbirine karşı fedakarlık duygularıyla dolu, muhit ve soy özelliklerine saygılı, öz kardeştirler.


2. Osmanlı yurdunun bütünlüğü, milli bağımsızlığımızın sağlanması, Saltanat ve Hilafet Makamlarının dokunulmazlığı için, ulusal güçleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak, temel ilkedir.


3. Her türlü işgal ve müdahale Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine yönelmiş sayılacağından, hep birlikte direnip savunma ilkesi kabul edilmiştir. Hıristiyanlara, siyasal egemenliği ve toplum düzenini bozacak biçimde yeni imtiyazlar verilmesi kabul edilemez.

4. Merkezi Hükûmetin, yabancı devletlerin baskısı karşısında, buraları terk ve ihmal etmek zorunluluğunda kalması ihtimaline göre, Saltanat ve Hilafet makamlarına bağımlılığımızı, milli varlık ve haklarımızı güvenlik altında bulunduracak bütün karar ve tedbirler alınmıştır.

5.Yurdumuzda öteden beri birlikte yaşadığımız İslam olmayan toplulukların, Osmanlı Devleti’nin kanunlarıyla teyid edilen kazanılmış haklarına, tamamen saygılıyız. Bunların mal, can ve ırzlarının dokunulmazlığı, zaten dinimizin ve milli geleneklerimizin, ayrıca kanunlarımızın esaslarından olmakla beraber, Kongremizin genel inancı ile de pekleştirilmiştir.

6. İtilaf Devletleri’nce Mütarekenin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi, Doğu Anadolu Vilayetlerinde de ezici çoğunluğu teşkil ettiği, ekonomik ve kültürel üstünlüğünde Müslümanlara ait bulunan ve birbirinden ayrılması imkansız olan din ve soydaşlarımıza mesken ülkemizin bölüşülmesi
görüşünden, tamamiyle vazgeçilerek; varlığımıza, tarihi, ırki, ve dini haklarımıza saygı gösterilmesi ve bunlara aykırı girişimlere asla değer verilmemesi; ve bu suretle, tamamiyle hak ve adalete dayanan bir karar alınması beklenir.

7. Milletimiz, insanı ve medeni ilkeleri üstün tutar. Ekonomik, teknik ve endüstriyel durum ve ihtiyaçlarımızı da takdir eder. Bu nedenle, devlet ve milletimizin içte ve dışta bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğü korunmak şartıyla; 6. Madde de açıklanan sınırlar içinde, milliyet esaslarına saygılı ve ülkemize karşı istila emeli beslemeyen herhangi bir


devletin ekonomik, teknik ve endüstriyel yardımını memnunlukla karşılarız. Bunlar gibi adil ve insanı şartları taşıyan bir barışın
da gecikmeksizin oluşması, insanlığın selameti ve dünyanın sükûnu namına, en başta gelen ülkümüzdür.

8. Madde- Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin ettiği bu tarihi çağda, Merkezi Hükûmetimizin de, milletin iradesine uyması zorunludur. Çünkü, milli iradeye dayanmayan herhangi bir hükûmetin kendiliğinden alacağı kararlara, milletçe itaat edilmeyeceği gibi; bu kararların, dışta da geçerli olmadığı ve olamayacağı, şimdiye kadar bu yoldaki
davranışların olumsuz sonuçlarıyla ispatlanmıştır. Bu nedenlerle, milletimizin, içinde bunaldığı sıkıntı ve tasalardan kurtulmak çarelerine kendiliğinden başvurmasına lüzum kalmadan, Merkezi Hükûmetimizin, Millet Meclisi’ni vakit kaybetmeksizin hemen toplaması ve böylece yurt ve milletin kaderi hakkında alacağı bütün kararları, Millet Meclisi’nin
onayına ve denetimine sunması zorunludur.

9. Madde-Yurdumuzun yüz yüze geldiği elem verici olaylar karşısında milli vicdandan kopup yükselen ayni ülkü ve dileklerle kurulmuş olan cemiyetlerin birleşip kenetlenmesinden oluşan büyük kitle, bu kez “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” namıyla adlandırılmıştır. İşbu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından tamamen uzaktır. Bütün
İslam kardeşlerimiz, Cemiyetin tabii üyesidir.

10. Madde-Kongre tarafından seçilen bir “Hey’et-i Temsiliye”nin kuruluşu kabul edilir ve köylerden başlayarak; vilayet merkezlerine kadar yayılan milli teşkilat birleştirilip, pekleştirilmiştir.”

Erzurum Kongresi, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte mevcut sınırları, milli sınırlar olarak kabul ediyor; hiçbir sebep ve bahane ile vatanın bölünemeyeceğini vurgulayarak bu ülke insanlarının birbirinden
ayrılamaz öz kardeş olduğunun altını çiziyordu. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı Osmanlı Hükûmeti’nin vazifesini yapamaz duruma gelmesi halinde milletin topyekün kendini savunacağı ve direneceği deklare ediliyordu. İstanbul Hükûmeti’nin vatanı korumayı ve istiklali temin etmeyi başaramaması halinde, bu gayeyi gerçekleştirmek için Milli Kongre’nin -kongre toplanmamışsa Heyet-i Temsiliye’nin- seçeceği geçici bir hükûmet kurulacağı da ayrıca belirtiliyordu. Kuva-yı Milliye tek kuvvet olarak tanınıyor ve milli iradeyi hakim kılmanın temel prensip olduğu açıklanıyor, Hıristiyan azınlıklara siyasi hakimiyeti ve sosyal dengeyi bozacak imtiyazlar verilemeyeceği, manda ve himayenin


kabul edilemeyeceği de ilan ediliyordu. Bunlar dışında hükûmet işlerinin meclis tarafından denetlenebilmesi amacıyla Milli Meclis derhal toplantıya davet ediliyordu. Erzurum Kongresi’nde alınan kararların uygulanabilmesi için Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında
Hüseyin Rauf Bey, İzzet Bey, Servet Bey, Raif Hoca Efendi, Sadullah Efendi, Bekir Sami Bey, Ahmet Fevzi Efendi, Hacı Mustafa Beylerden oluşan toplam 9 kişilik Heyet-i Temsiliye oluşturuldu. Şarki Anadolu
Muhafaza-i Hukuk-u Cemiyeti Nizamnamesi’ne göre Kazım Karabekir Paşa gizli 10. üye olarak seçildi.

Erzurum Kongresi’nden itibaren Heyet-i Temsiliye Reisi olarak Milli Mücadele’nin lideri ve sözcüsü konumuna gelen Mustafa Kemal Paşa, ülke ve milletin yok olması tehlikesi karşısında, Kuva-yı Milliye’nin istediği
şeyin, “hakkından mahrum yaşatılan, mevcudiyeti ehemmiyete alınmayan milletin hayata, refaha müstahak bir kuvvet olduğunu hükûmet ve hükûmetlere anlatmak” olduğunu ifade ediyordu. Mustafa Kemal
Paşa, yaşamaya müstahak bir kuvvet olunduğunun anlatılmasının, savaş meydanlarındaki başarıdan daha önemli olduğunu belirtiyordu. Öldürülen bir adamın son nefesine kadar mertlikle, cesaretle kendini müdafaa
etmesinin tabii olduğunu kaydeden Mustafa Kemal Paşa, tehlikenin boğaza dayandığında mücadelenin kendiliğinden ortaya çıkacağını, İzmir›in işgalinin de böyle olduğunu, canına kastedilen milletin her şeyi
göze alacağını, milli teşkilatın makul ve meşru haklarını âleme dinletebileceğini, bütün bir milleti toplu bir şekilde istila etmenin kolay gerçekleşemeyeceğini savunuyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder